SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Bülent Korkmaz

"Dağlar Kışımış, Memleket Üşümüş"

"Dağlar Kışımış, Memleket Üşümüş"
A- A+ PAYLAŞ

Bülent KORKMAZ
korkmazbulent@gmail.com

Seksenli yılların sonuna, hatta doksanlı yılların ortalarına kadar Malatya’da cenaze defin işleri mahalledeki komşular ile “ev küfleti” dediğimiz hane halkınca ortaklaşa gerçekleştirilirdi.

Malatya merkezi, civar yerleşimlere hatta başka illere göre, ihtimal o ki defin muamelesinde epey ilerideydi çünkü burada o görevi “ibadet” bilmiş efsanevi bir isim vardı: Hadi Çekirdek. Esnaflığın yanı sıra yarım asrı aşkın süre Malatya merkezdeki Hamidiye Mahallesi muhtarlığını da yürüten Çekirdek, şehirde biri vefat ettiğinde, tabut, kefen ayarlanması, ölüyü yıkayacak hocanın haberdar edilmesi, mezar kazıcılarının bulunmasına kadar her işle ilgilenir; cenaze namazı kılındıktan sonra cemaatle beraber kabristana kadar gider; son aşamada mezara bizzat girerek defini tamam ederdi. Her defnettiği merhum ve merhumenin kaydını tuttuğu bir defteri de bulunan Hadi Amca için “işini amatör ruhla yapan gerçek bir profesyonel” idi desek yeridir. Onu hatırlayanlar için bu görevi hiçbir maddi karşılık beklemeden yaptığını eklememize gerek yok ama post modern insancıklar, “ne yani, parasız pulsuz mu bu kadar zahmete giriyordu, hadi canım!” diye şaşırabileceğinden şerhimizi düşelim. 

Her köyün, kasabanın Hadi Amca’sı (yandaki fotoğrafta) olmadığından Malatya merkez dışında biri vefat etmişse komşulardan başlayarak yakınları harekete geçer, çevre haberdar edilir, selası verilir (aklımda yanlış kalmış olabilir ama eskiden pek sela verilmezdi; küçük yerde kötü haber zaten duyulurdu), mezar kazacak kişiler bulunup hemen mezarlığa yollanır, ölünün yıkanması için evin bahçesi veya avlusunda kazanın bir küçüğü olan ‘gazzik’ içerisinde su ısıtılırdı. 

Camiden ölünün üzerinde yıkanacağı salaca, yani teneşir, getirilir, üzerinde ölü yıkanır; kabaca kesilip biçilmiş kefene sarılır, tabuta konulur, cemaatin omuzladığı tabut mezarlığa kadar taşınıp definin son aşamasına geçilirdi. Mesafe uzunsa veya rahmetlinin vasiyeti gereği uzaktaki bir mezarlığa götürülecekse tabut bir kamyona atılır, kamyon kasasının içine doluşup gidilirdi. 

Malatya merkezde olanlar Eski Malatya’daki Ali Baba veya Kara Baba Mezarlığına gömülmek isteyebiliyorlardı. Şehrin sen büyük mezarlıkları Sancaktar ve  Kuyuönü de bazı mahallelere uzak kaldığından kamyonla nakliye şarttı. Daha önceleri Sivas Caddesine dönüşte, yıkık Ticaret Lisesinin olduğu arazide, Sümerbank yok olduktan sonra AVM yapılan yerde, Atatürk Evi ve Orduevi'nin bulunduğu alanda, Mücelli üst girişinde şimdi okul olan yerlerin mezarlık olduğunu büyüklerimizin anlatımından biliyoruz. Yani mezarlıklar normalde yaşanan mekanlara yakındı. 

Mezarlık dönüşünde taziye aşaması başlardı. Vefat edenin evi kadınlara açılmışsa, bir komşunun evi de erkeklere açılır, taziye bu evlerde verilirdi. 

Şimdiki çadır ortamında yapıldığı gibi kavurma-pirinç pilavı-yanına birer dilim domates, iki Arnavut biberi, ayran kombinasyonundan oluşan “saçma sapan” yemek organizasyonu yaşanmaz, yaşatılmaz; komşular 3 günlük taziye süresince sırayla, sadece acısı nedeniyle yemek yapamayacak, ev halkına ve uzaktan gelmiş yakınlarına kahvaltı, akşam ve öğlen yemeği getirirdi. 

Cenaze evine gidip yemek yemek ayıp sayılırdı. Cenaze evinde akşam yemeği yeniyor diye, yemek veren komşunun tüm ısrarlarına karşın, o anda taziyeye gelen insanların eve girmeyip, yemek bitene kadar kapının önünde beklediğine tanığımdır. 

Mahalleli cenaze sahibinin yasını adeta kendi evinde de yaşar, en az üç gün radyo ve televizyon açılmaz; aylar sonra bile mahallede bir eve gelin almak için gelindiğinde davul, zurna çalınmaz, kız sessizce alınıp, kaçırılır gibi gidilirdi. 

***

Yetişkinleri bilmem ama biz küçükler için mahallede ölüm bir tür travmaydı. Ölüm iş ve işlemlerinin evlerde yapılması, ağlayanların, dövünenlerin feryadı figanı, sizin vefat eden kişiyle anılarınız, ölüm fikrini aklınızın almayışı, camiden kuru gelip üzerinde ıslaklığıyla geri götürülen salaca, evden omuzlarda çıkan tabut görüntüleri Freddy’nin kabusunu canlı yaşamamıza neden olan vakalardı. O yüzden çocuklar cenaze ortamlarından uzak tutulur, hele mezarlığa gelmelerine asla izin verilmezdi. 

Bazen büyükler, kurtlar ölüyü mezardan çıkarmasın diye ilk akşamı, mezarlığa gider, toprağı yaş mezarın üstünde bez karıştırılmış odunla bol ateş yakıp köz oluştururdu. Bunları dinledikçe aklımız giderdi.

Tüm önlemlere karşın korku dolu ölüm tanıklıkları yaşamışlığım vardır. 

12-13 yaşındayım, sırtımda ayran bidonuyla (eskiden öyle bir aksiyon da vardı) evimize giderken yanımdan bir taksi geçip az ilerideki komşunun kapısının önünde durdu, arka bagaj açıldığında bir örtünün altından çıkan bir ayak gözüme ilişti. Bir süredir ölümü beklenen komşumuz vefat etmiş, çocukları hastanede bir taksiye atıp eve getirmişler; o da bana denk gelmişti. Başka bir zaman yine tesadüfen sokaktan geçerken, üzerine örtülmüş battaniye mi bez mi neyse onun arasından, diğer bir komşumuzun dedesinin ölü ayağını görmüştüm. Her iki hadisede de ne kadar korktuğumu anlatamam. 

***

Seksenlerin sonuna doğru Malatya Belediyesi eski adı Boztepe, şimdiki adı Yeşiltepe, olan semtte büyük bir mezarlık kurup, zamanla diğer mezarlıklarda defini yasaklayınca vefat sonrası gerçekleştirilmesi gereken tüm işler burada yapılmaya başlandı. Telefon ediyorsunuz araç gönderiyorlar, morga alıyorlar, yıkıyorlar, tabuta koyuyorlar, cenaze namazı hemen orada kılınıp gömme aşamasına geçiliyordu. Artık eskinin o neredeyse “ölüyle iç içe” yaşanan cenaze ortamları deneyimlenmiyor, benzetmek gibi olmasın da iktisatta Fordizm diye tabir edilen “seri üretim” anlayışı günümüz cenaze işlerine yansımış durumda. Her şey otomatik ve sistematik. 

Belki bu yüzden insanlar eskisi kadar ölümden, ölüden o kadar korkmuyorlar, çocuklar da rahatlıkla mezarlığa gelebiliyor.

Kadınlar da… 

Kadınlar elbette gelmeli çünkü vefat eden sadece erkeklerin anası, bacısı, kardeşi, babası, dayısı oğlu değil ya. Acı onların da acısı, mezarlığa gelip sevdiklerine son bir görev yerine getirmeleri çok insani, çok değerli. 

***

Konudan bağımsız olarak, bence ironinin sınırlarını parçalayan bir hususa değinmeden geçemeyeceğim, bu bir tek benim mi dikkatimi çekiyor, garibime gidiyor, bilemiyorum. 

Malatya Şehir Mezarlığının bulunduğu semtin resmi adı Yeşiltepe. Aslında buranın geleneksel adı Boztepe. İsim değiştirmelere ifrit olan birisi olarak Boztepe’yi kullanmaya devam ediyorum. Muhtemel ki eskiden buralarda ağaç namına bir şey yoktu, kıraç yerlerdi ki Boztepe denmiş. Şu anda yeni adını, yani Yeşiltepe, hak ettiği tek bir yer var: Mezarlık. Malatya’da kişi başına en çok ağaç düşen yer burası.  Ölülerin ebedi dinlenme yeri öyle güzel ki, öyle havadar ki, bir amcamızın dediği gibi, insanın ölüp yatası geliyor. İnsanların sağ-salim olduğu diğer bölgeler, yani Yeşiltepe, yine bildiğiniz Boztepe aslında. 

Mezarlığı bu kadar güzel yeşillendirenlerin eline emeğine sağlık ama diriler için de bol miktarda ağaç diksek fena mı olur? 

***

Seksenli yılların ilk yarısıydı; bir kış mevsimi. Hava kasvetli ve soğuk. 

Bir haber geldi ki, aile dostumuz, babamın ahbaplarının annesi Nazife Abla vefat etmiş. Kimdi, nasıl biriydi Nazife Abla derseniz?

Saf, temiz bir kadındı; severdim. Hani, pamuk nine deriz ya, öyle bir insandı. Eşini genç yaşta kaybetmiş, hayat zor, pes etmemiş, çalışmış çırpınmış evlatlarını büyütmüştü. Çırmıhtı’nın en fazla bir eşek trafiğine izin veren dar sokaklarından birinde inşa edilmiş, Almanya’da çalışan oğlu Necati Abi’nin evinde dört yıl kadar kirada oturmuştuk. Kerpiç, çatılı, avlusunda briketten yapılma banyosuyla günün şartlarına göre gayet “lüküs” (banyo çoğu evde yoktu; belli günlerde hamama gidilirdi) evimize arada torunlarıyla gelir, sohbetini eder, çayını içer giderdi. Hayatın ona pek cömert davranmadığını bilecek kadar aklımız ermiyordu; o nedenle yüzünden eksilmeyen gülümsemesinin ne kadar değerli olduğunu yıllar sonra kavrayabilecektim. 

Saf bir insandı Nazife Abla… 

Anlatılır ki, bir gün oğullarından birine kız istemeye gitmişler. Kız tarafı sormuş, oğlunuz ne iş yapar diye. Bir sağlık kurumunda çalışmasına atfen önce “sıhhiye” demiş, ardından eklemiş: “Oğlum çok iyi kalem aşısı, yarma aşı yapar.”

Mahallemizin şirin akıllılarından Ahmet Abinin de benzer bir hikayesi var, bizzat kendisinden duyduk. Rahmetli babasına minnet duyardı; sebebiyse, ona “her işi” öğretmiş olmasıydı. Biz sormadan, bu işlerin ne olduğunu kendisi açıklamıştı: “bağ belleme, çalı belkitme (berkitme), ahbın (gübre) yayma, pic alma”.

Bu hikayeler tebessüm ettirse de, Neolitik çağların en kritik işleri olduğunu belirtelim. Tarım, bağcılık, bahçecilik, hayvancılığın ekonominin temelini oluşturduğu günlerde bu işleri becerebilmek, sizi geçim olanağı yaratmada ve aşkta bir üst seviyeye taşırdı. 

Cenazeye dönersek… 

Peyk-i ecel gelince ne yapacaksın?

Babam kalktı gitti Nazife Ablanın cenazesine. Onlar mezarlıktan dönerken annem de evden ayrılıp taziye evine gidecek, kızlarına, gelinlerine başsağlığı dileyecek.

Çocukların mezarlığa yaklaşması dahi düşünülemez, gel deseler de korkumuzdan gidemeyiz zaten. Üzülüyoruz ama ne yapabiliriz! Taziye evine dahi gitme şansımız yok.

Akşam oldu, annem, babam eve dönmüş haliyle ama aklımızda Nazife Abla… Derken bir kar yağışı başladı, her tarafı beyaz bir örtü kapladı. Annem, “Vay Nazife Abla vay! Ahan üzerine kar yağmaya da başladı, ilk gece karın altında uyuyacaksın” diye üzüntü dolu sesle onu ayrı bir anmaya başladı. 

Bu söz beni o kadar etkiledi ki! Öylece kalakaldım, çocuk aklıma bir hüzün çöktü. Lapa lapa yağan kar, doğayı bembeyaz örtüsüyle giydiren bolluğun bereketin simgesi, sarıp sarmaladığı Nazife Abla’yı kara toprağın altında üşütecek miydi, onun yaşlı, yorgun bedenine zarar verecek miydi? Bu dünyada onca çektiği zorluklar, acılar yetmemiş miydi? Biz harıl harıl yanan sobamızın yanında ısınırken nice olurdu onun hali! 

***

26-27 Ocak 2024 günü Malatya’da eski kışları, başka deyişle Nazife Abla’nın hayatta olduğu yılları, anımsatan şiddette kar yağmaya başladı. Daha önce yüksek kesimlere kar düşmüştü ama şehir mevsimin ilk karıyla karşılaşıyordu. 

Sabah telefonumu açtığımda çok güzel kar manzaralı fotoğraflar gördüm. 

Uzun yıllardan beri İstanbul’da yaşayan arkadaşım Yalçın Bilir, oturdukları konak (ilk adıyla Çırak Konağı, şimdiki sahiplerinin adıyla Emine & İsmet Bilir Konağı) depremde ağır hasar gördüğü için az ilerideki konteynerde yaşayan anne-babasını ziyaret gelmişti. Erkenden kalkıp fırına ekmek almaya gittiğinde karla kaplı memleketin sokaklarını, evlerini, çarşısını fotoğraflamış, arkadaş grubumuza atmıştı. 

Yalçın’ın Çırmıhtı’da çektiği fotoğraflara baktığınızda “ne güzel görüntüler” diyorsunuz. Fotoğraf olarak güzel ama siz onu bir de orada yaşayanlara sorun. O fotoğrafların içerisinde bir tek sağlam yapı yok. Ayakta kalanlarsa tescilli eser statüsünde oldukları için yıkılmasına izin verilmedi; öylesine duruyorlar. 

Her birinde nice yaşanmışlıkların, anıların, sevdaların, hüzünlerin, mutlulukların, üzüntülerin kerpicine, bacasına, hezenine işlendiği, duvarına kazındığı, şimdinin insansız, ocağından duman tütmeyen Çırmıhtı’nın evleri; yürünmeyen sokakları Nazife Abla gibi üşüyor. 

Üşüyoruz… 

***

Yalçın güzel bir açıdan hem baba ocağı Çırak Konağını hem şimdi oturdukları konteyneri çerçeveye oturup çekmiş. Bence bu fotoğraf tüm hikâyeyi özetliyor: Neydik, ne olduk?

Arkadaşım Tuğba Tülin Durdu ile Youtube kanalımızda bu konağın öyküsünü depremden bir süre önce yaptığımız çekimle işlemiştik. Konağın yapımında aslında bir “ağa kızı evliliği” hikayesi var. Bu hoş öyküyü Emine Ablamızın anlatımıyla şu linkten dinleyebilirsiniz:https://www.youtube.com/watch?v=nosBMJ4LHwE&t=4s

Konağın bitişiğindeki modern yapı ise İsviçre mimarisi. İki binlerde ev sahiplerinden İsviçre’de yaşayan Tekin Özşahin Abimizin gönderdiği plan uygulanarak yapılmıştı. Anlayacağınız, Anadolu Türk mimarisiyle İsviçre mimarisinin yan yana geldiği tek yer burası. Maalesef Özşahin ailesinin evi de ağır hasarlı. 

Yakın tarihte Ahlat taşlarıyla yapılıp şimdi sadece kaldırım kenarında duvarı kalan Bağdatlıların devasa konağı da tuzla buz oldu. Malatya’nın en güzel seslerinden, sanatçı Hakkı Coşkun’un evinin sırasındaydı bu konak. Hakkı Dayı’nın evi de sonsuzluğa karıştı; ne yüksek eyvanlar kaldı, ne de yüksek eyvanlarda öten bülbüller. 

Bir zamanlar Malatya ekonomisinde söz sahibi Çırmıhtı Çarşısı derseniz, sadece görüntüden ibaret. Altı dükkân, üstü ev, cumbalı yapılar ağır hasarlı olmasına rağmen tescilli eserdir diye yıktırılmadığından yarı enkaz halinde duruyor. Camiler de öyle.  

***

“Büyük insanlık” ne kadar korkunç felaketlerle karşılaşırsa karşılaşsın çocukların yaşama sevinci bitmiyor, geleceğe dair umut veriyor. 

6 Şubat 2023 depremlerinin ardından gökyüzü delinmişçesine yağan kar, yağmur belleğimizde doğanın bu muhteşem hediyesine karşı olumlu anılar bırakmasa da son kar yağışı çocukları mutlu etmişti. Konteynerde de kalsalar her an yer sallanacak stresiyle yaşadıkları evlerde de, çocuklar kartopu oynayacakları, kardan adam yapacakları yağışı sevinçle karşıladı, ilk fırsatta dışarı çıkıp eğlenmeye baktılar. 

Cumartesi sabahı evden dışarı çıktığımda 2 adet kardan adam yapılarak, birinin boynuna üşümesin diye atkı sarılmıştı bile… 

Yazının başlığını, gayet rahat anlaşılacağı gibi, kaynak kişisi Hasan Durak, derleyeni İhsan Öztürk olan Bir Ay Doğar İlk Akşamdan Geceden (https://www.youtube.com/watch?v=IQWkS1GyFRM&list=RDIQWkS1GyFRM&start_radio=1&rv=qVDAqN96o1w) adlı Malatya türküsünden esinlendim. Yaşadıklarımızı anlatan bir film müziği gibi… Sonrasındaki türküler de…  

_______________

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

27 yorum yapılmış

  • Ali Cengiz (2 ay önce)
    Öncelikle seninle aynı kurumda 30yılı aşkın süredir çalışmaktan her zaman onur duydum bu süreçte amir memur ilişkisinin dışında abi kardeş ilişkisiyle birlikte hizmet ettik gerek malatya spor yönetiminde görev aldığım süreler hep yanımda oldun.Malatyanın hafızası anlamında az sayıda insanlardan birisin.Turizim bakanlığı ayrı bakanlık iken yabancı turistlerin sayıca 30 binleri aştığı dönemlerde hafta sonu tatili mesai saati gözetmeden kurum çalışanları ve İngiliz kemal,Burhan,Ali tosik, Erhan Ertem,Merdan Örnek Şevket dayı ve Vilayet parkındaki ofisi Turizm müdürlüğüne tahsis eden Şükrü abiyle,yürekten teşekkür ederim.KültürTurizm,Sanaat,Spor alanınaki başarılı çalışmalarından dolayı tebrik ederim.Yolun bahtın açık olsun iyiki varsın değerli kardeşim Memuryet hayatımdaki başarılarımda emeğin çoktur hakkını helal et
    %100
    %0
    Yanıtla
  • kadir (2 ay önce)
    bülent korkmaz bey herşeyi güzel özetlemiş teşekürler.. eskiden malatyamız çok güzeldi milli bayramlarda akşamları fener alayı olurdu rahmetli babam faydon kiralardı fener alayının arkasında giderdik. sümer fabrikasının sinaması vardı hafta sonları ucuzdu giderdik ve sümer fabrikasını havuzu da bambaşka güzeldi. 70 li yıllarda nüfusumuz az olmasına rağmen yazlıklı ve kışlıklı olmak üzere yazlık daha çokttu 20 taneden fazla sinama vardı sinamalarda doluydu. delilerimizde ayrı bir simgeydi zar zor hatırladıklarım şorikli yaşar.. kız mahmut.. dana ğalil... onyedili.. hertarafında oyun kağıdı olan mişmiş.. hele hele malatyasporumuz nüfusumuz 150. 200. binken bile inönü stadına sığmazdık şimdi nüfusumuz deprem öncesi için söylüyorum kayıtsızlarla beraber bir milyonu buldu yeni yapılan stada beş bin kişi gitmiyor.... hele hele valiliğin arkasında çay bahçesi vardı orman gibiydi ailelerin rahatlıkla çay yudumladıkları yerdi üniversite öğrencilerin kölgede ders çalıştıkları yerdi şimdi de sarhoşların mekanı oldu ne zaman orda geçsem bu hale getirene bedua ediyorum. soykan meydanıda aynı orman gibi defasa havuz ve çok güzel çaybahçesiydi orayıda kel aynasına çevirdiler. kapalı çarşının etrafıışıklı havuzlarla donatılmışttı akşamları kapalı çarşının üstü cıvıl cıvıl insan kaynıyordu orada kaderine terk edildi.. sümer stadı ve şeker stadı ayrı güzel ve insanların anısının olduğu yerlerdi.. eskiden mahalli sanatçılarımız hep gündemdeydi rahmetli sami kasap. bedri karahan.. hakkı coşkun. hep gündemdlerdi şimdide mahalli sanatçılarımız var ama desteklenmedikleri için kabuklarına çekilmişler. hele hele kayısı festivalleri çok renkliydi günlerce sanatçılar konserler verirdi kayısı güzeli seçilirdi istanbuldaki malatyalı iş adamları malatyaya akın ederdi peki şimdi kocaman bi hiç. düşünebiliyormuusnuz koskoca malatya da ailelerin oturup çaylarını yudumlayacağı çay bahçesi yok eskiden hürriyet parkı bile çok güzeldi çay bahçeleri türübün gibi yer yapmışlardı gençler için ücretsiz sinama bile vardı onlarda yok oldu.. kernek meydanını anlatmaya gerek yok o güzelim kernek eskiden güzeldi ahmet münir erkal döneminde güzel bi kernek ortaya çıkmıştı sonradan gelenler yaz boz tahtasına çevirdiler.. 80 ve 90 yıllar malatyamız çok güzeldi bizler yaşadık şimdiki gençlik o güzelim coşkulu malatyayı göremiyorlar gittikçede dibe vuran bir malatya o eski günler gelirmi asla gelmez filim şeridi gibi gelip geçtti
    %100
    %0
    Yanıtla
  • İlhan (2 ay önce)
    Rahmetli Hadi Amcayı sokağımıza doğru giderken görünce "Eyvah! Yakınlarımızdan birisi gitti"diye tedirgin olurduk.Allah rahmet eylesin.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Erhan Ertem (2 ay önce)
    Abi yazıyı okurken hiç bitmesin dedim. Ayrıca o türküyüde zevkle bir daha dinledim. Teşekkürler...
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Ali (2 ay önce)
    Geçmişe gittik... Geçmiş zor du; duygu yoğundu; yaşam kendini acısıyla tatlısıyla derin izler bırakarak yaşatıyordu; mışlı gibi değildi; daha somut; daha canlı ve kanlı idi.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Nezir Kızılkaya (2 ay önce)
    Kardan, kıştan ziyade, yaşadığımız günlerin ruhumuza kuzey kutbu etkisi yaptığı şu günlerde, içimizi ısıtan, sımsıcak bir çırmıktı öyküsünü özellikle de sevgili Bülent'in kaleminden okumak paha biçilmez.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Hikmet Alkan (2 ay önce)
    Günümüz seri üretim anlayışında kayın validemin cenazesinde cenazeyi morga götürdük. Uzun zaman bekledik, bir türlü bizim cenaze yıkanmıyor, gittim cenazemizin neden yıkanmadığını sordum. Defin yapılması için mezar yerinin satın alınması gerektiğini söylediler. Mezar yerin satın aldıktan sonra yıkama işlemlerine geçildi, uzun zaman sonra cenazeyi defin ettik. Seri üretimde parayı vermeden cenazeni bile gömmüyorlar sevgili kardeşim.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Bülent Korkmaz (2 ay önce)Hikmet Alkan isimli kullanıcı yorumuna
    Sevgili Hikmet Hocam, siz insanı cenazede bile güldürebilen, güldürürken düşündüren ender insanlardansınız. Sizin anlattığınız muhteşem bir cenaze hikayesi vardı, 60'lı yılların sonunda yaşanan; onu da bir gün değerlendirebilmek dileğiyle. :)
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Öz Kernekli (2 ay önce)
    ‘93 kışı, kanalboyunda taksiyi çevirdim, dedim çilesiz.. hele gel gidek dedi… vay anasını gidene kadar koltuklara ellerimi geçirdim. Ama vardık… fena bi seneydi. Güzeldi..
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Memi (2 ay önce)
    Ellerinize sağlık Bülent Bey. Ne kadar güzel bağlamışsınız geçmiş ile bugünü... İnsan olmanın,komşu olmanın erdemli olmanın güzelliğini bir kez daha yaşattınız bizlere... Teşekkürler.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Erdinç Dişoğlu (2 ay önce)
    Bülent bey çok güzel bir yazı olmuş.Bizleri çocukluğumuza götürdünüz.allah ölenlerimizin hepsine gani gani rahmet eylesin.ellerinize sağlık.inşallah Çırmıktı yakın bir zamanda ayağa kalkar bizde çocuklarımızı o neşe dolu sokaklarda gezdirebiliriz
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Battal (2 ay önce)
    Biz Malatyalılar depremde birbimizi çok iyi tanıdık..Yazınız çok güzel ama Malatya artık o Malatya değil...
    %100
    %0
    Yanıtla
  • malatyalı (2 ay önce)
    Severek okuyoruz bülent hocam.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Bayram Murat (2 ay önce)
    Bülent bey kardeşim güzel tespitler, müthiş tasvirler yapmışsın. Emeğine, yüreğine sağlık. Deprem ile ölüm arasında kurduğun ilişki çok anlamlı, ikisi de insanı çaresiz acılar içinde bırakıyor. Bugüne kadar Malatya kültürüne yaptığın katkılar, yazılarınla geleceğe bıraktığın miras için ne kadar teşekkür etsem yine de az olur.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Memi (2 ay önce)
    Bülent Bey geçmişi bugüne ne kadar güzel bağladınız... Ellerinize sağlık.. Modern hayat , günlük yaşantımızı ne kadar kolaylaştırsa da eski komşuluk ve dayanışmanın,sadeliğin özlemimi daima içimizde hissediyoruz...
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Cesur Başpınar (3 ay önce)
    Bizleri geçmişe, çocukluğumuza götürdün. Eline sağlık.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Ramazan yakar (3 ay önce)
    Bülent hocam eline sağlık .
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Cahil (3 ay önce)
    Bülent bey kaleminize sağlık. Ancak çırmıhtının tekrar ayağa kalkması lazım. Sivas kültür varlıkları kurumu bir zahmet gelsinde durum netleşsin. Harabe evlere boşuna para harcanmasın. İnsanların eve ihtiyacı var. Gücü olanlar evimizi kendimiz yapalım diye bir zahmet ortaya çıksınlar. Çırmıhtıyı ancak çırmıhtılılar kurtarır. Saygılarımla.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Cem Korkmaz (3 ay önce)
    Emeğine sağlık Bülent abi
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Cafanalı (3 ay önce)
    Yüreğine kalemine sağlık sonuna kadar heyecanla okudum gerçekten cenaze evleri eskisi gibi değil bir gün köyde bir cenaze vardı dedemlerin evi ceNaze evine uzak olmasina rağmen 1 hafta televizyon actirmadı dedem şimdilerde ise akrabası vefat ediyor adam 1 hafta sonra davullu zurnalı düğün yapıyor eski insanlar mı insan şimdiki insanlarmı insan karar vermek zor değil ne varsa eskiden var birde Malatya zaten 6 şubattan beri üşüyü.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Enhin (3 ay önce)
    Hocam yazılarınızı takıp eden biri olarak ve esgiyi yenişten yaşatan hatırlatan bu makaleniz çok etkiledi gerçekten tebrik ediyorum biliyorum eleştirilere açık olan birisiniz çadırda verilen yemeğe saçma sapan demeniz biraz ağır olmuş ...başarılarınızın devamını diliyorum
    %23
    %77
    Yanıtla
  • Malatyalı (2 ay önce)Enhin isimli kullanıcı yorumuna
    Cenaze evinde yemek, yemek saçmalık değilde nedir?
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Bülent Korkmaz (2 ay önce)Enhin isimli kullanıcı yorumuna
    Enhin rumuzlu arkadaş: Uyarınızda haklısınız, kendimi eksik ifade etmişim. Aslında lafım yemeğe değildi, lafı uzatmayayım diye kestirip atmışım. Burada kastım şuydu: Cenaze çadırı eğlence çadırı, düğün çadırı değildir, her gelene yemek vermenin anlamı yok. Verilen yemek hep aynı, insanlar cenaze ortamında utanır sorgulamazlar diye getirilen (genellikle dediğim yemek) yemeğin kalitesi genellikle kötü, denetleyen eden de yok, gönderen de vicdan zaten yok. Cenaze çadırında yemek yememeye özen gösteririm ama bazen birinci derece yakınlarımızın taziyesi oluyor veya yemek saatinde taziyeye denk geliyoruz, yemezsek cenaze sahibi üzülüyor diye yemek zorunda kalıyoruz. Yediğimde kaç defa da rahatsız oldum, hatta oğlum bir defasında neredeyse hastanelik oluyordu. Yazıyı bu şekilde bağlamam gerekirdi. Uyarınız için teşekkürler.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Ahmet BÜLBÜLOĞLU (3 ay önce)
    Okurken çocukluğuma gittim. Öyle güzel öyle derinden duygu yaşadım ki çok teşekkür ederim. Ne kadar güzel hatıralarımız vardı bu güzelim memlekette. Herşey yerle bir oldu. Hadi amcaya Allah rahmet eylesin çarşıda devamlı görürdüm hep bir yerlere gider hep birileriyle konuşurdu. Her zaman aktifti. Belirliler belirsiz oldu, belirsizler belirli oldu.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Muammer Yıldırım (3 ay önce)
    "Öyle zaman olur ki hayali cihan değer" dediğimiz zaman dilimleri.... Gönlünüze sağlık Bülent bey.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Ahmet (3 ay önce)
    Bizi çocukluğumuza götüren, Malatyanın gerçek hafızasına vesile bu seyahatı içtenlikle okudum. Yüreğiniz sağlık Bülent Bey. Allah Hadi Amcanın, depremde vefat edenlerin ve cümle geçmişlerin ruhunu şad eylesin.
    %100
    %0
    Yanıtla
  • Yalçın bilir (3 ay önce)
    Bülent hocam ,çok güzel bir yazı olmuş .büyük bir zevkle okudum.elinize emeğinize sağlık.
    %100
    %0
    Yanıtla

Bülent Korkmaz yazıları