SON DAKİKA
SON DEPREMLER
Orhan Tuğrulca

Malatya Bölgesinde Din ve Tapınak

Malatya Bölgesinde Din ve Tapınak
A- A+ PAYLAŞ

Orhan TUĞRULCA
Tarihçi-Yazar
otogrulca@hotmail.com

NEOLİTİK DÖNEMDE MALATYA’DA DİN VE TAPINAK,

Radyoaktif yaşı MÖ: 8450 ile 7180 arasında olduğu kabul edilen Malatya Cafer Höyük ve Değirmentepe başta olmak üzere Aslantepe ve sonrası dönemde din ve tapınak konusu bu makalenin konusu olarak düşünüldü.  Konunun bir makale boyutunun çok ötesinde kapsamlı bir yönü olduğunun farkındayız. Kullanacağımız verilerin arkeolojik buluntulara dayanıyor olması bilginin kesinliğine değil arkeologların buluntular üzerindeki yorumlarına dayanmaktadır. 

Binlerce yıllık bir geçmişin içerisinde eldeki kısıtlı verilerle “din ve tapınak” konusunu irdelemeye çalışmamızın nedeni bu kadim coğrafyada bu olgunun nasıl geliştiği yönünde bir okuma yapmaktır. Bu okuma aynı zamanda Neolitik dönemden itibaren köyden kente doğru yaşanan evrilmede din ve tapınağın yerini anlamaya çalışmaktan ibaret olacaktır.

Malatya Cafer Höyük’ te yerleşim yerinin boyutları ve nüfusu dikkate alındığında bir kent için henüz yeterli olmadığı gibi, uzman işgücünün olduğuna dair de veriler elde edilememiştir. Ne üretim emarelerine ne de fazla malın depolandığına dair buluntulara ulaşılamamıştır. Devlet organizasyonuna, toplumsal sınıflara (yönetici, işçi, tüccar vb.) ve yazıya rastlanılmadığı gibi saray, konak ya da mabet gibi kamu yapılarına da rastlanılmamıştır. (1)

MALATYA CAFER HÖYÜKTE DİN VE TAPINAK

Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere yerleşkede henüz tapınak benzeri unsurlara rastlanmamıştır. Ancak arkeologların yorumlarına göre evlerin içerisinde bazı odaların tapınma veya başka bir ifade ile ibadet yeri olarak kullanılmış olduğuna dair birtakım izlere rastlanılmıştır. Yerleşkede sadece üç adet kadın, iki adet erkek ve bir adet kuş figürüne (idol/put) rastlanılmış olması ve bu kadın heykelciklerin neredeyse tamamının çıplak olarak betimlenmesi kadın, din, yaratılış, doğurganlık, bereket, neslin devamı, tanrısal özellik, anaerkillik, yaratma eyleminin özü, çoğalma, ana tanrıça ve dişi merkezli inanç.. Gibi birçok farklı yorumun yapılmasına sebep olmuştur. Arkeologlar söz konusu bu objeleri tapınma unsurları olarak yorumlamışlardır. (2)

Ayrıca Batı merkezli tarih yaklaşımının dördüncü evresi olarak görülen “Gelişkin Tarım Yerleşmeleri döneminde (Çanak-Çömlekli Neolitik Çağ/M.Ö. 6.000-5.000)evlerin çoğunun kült etkinliklerine (ibadet, tapınma, din) hizmet ettiği, kiminin ise bu niteliği ağır basarak tapınaklaştığı yönünde” yorumlar yapılmaktadır. Aynı dönemle ilgili olarak “gelişen tarımın başlıca kaygısı olan verimlilik, bereket ve doğurganlık temaları çerçevesinde gelişen bir ana tanrıça kültünün kurumsallaştığı izlenmektedir.”(3) Bu bağlamda arkeolog tarihçi James Malleart’ın bu yönde geliştirdiği yorumların etkili olduğu söylenebilir.(4)

Neolitik dönem bulguları arasında kadın heykelciklerin varlığı ile ilgili yorumları yukarıda verdik. Bu yorumların neredeyse tamamı batılı ve doğulu materyalist yaklaşımların ürünüdür. Bu dönem ile ilgili İslam bilim ve düşünce adamlarının yorumlarına rastlanılmıyor olması dikkat çekicidir. Yapılan bazı yorumlamaların ise özgün olmadığını görüyoruz. Örneğin R. İhsan Eliaçık’ın 2011’de yayınlanan “Kuran’a Giriş” adlı eserinde; Kuran’ın nüzul (indiği) olduğu ortamı değerlendirirken kadının toplum içindeki sosyal statüsünü de ele almıştır. Yapılan değerlendirmede, kadının ilk yaratılış dönemlerinde erkekten daha önde olduğu ancak zamanla savaş ve işgücü nedeniyle erkeğin kas gücü farkıyla ön plana çıktığı ifade edilmektedir ki bu yorumlama batı merkezli tarihçi ve arkeologların yorumlamalarından farklı değildir.(5)

Neolitik dönemde başta Cafer Höyük olmak üzere ortaya çıkan idollerden/putlardan hareketle insanlık tarihinin aslında çok tanrıcılıktan, bilhassa Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam ile birlikte tek tanrıcılığa (Monoteizm) doğru evrildiği yolundaki yaklaşımların, ilk insanın aynı zamanda ilk peygamber olduğu inancı açısından hayli problemli bir yorumdur. Zira “tek tanrı” inancının “çok tanrılı” inancının evrimleşmesi sonucu ortaya çıktığı iddiası ile ilk insanın milattan önce 4.000.000 yıl önce Afrika’da Homo erectus olarak başlayıp Avrupa’da homo sapiens yani akıllı insan olarak tamamlandığı yönündeki evrimci teoriyle örtüştüğünü görüyoruz. Türkiye’de Marksist-Leninist hareketin önde gelen teorisyenlerinden Dr. Hikmet Kıvılcımlı ilk insan nüvesine “Pitekantrop” (dik yürüyen maymun - insan) ismini verdiği ve tarihlendirmeyi de 500.000 yıl önce olarak belirttiği görülmektedir. Bu teoriye göre maymun - insanın ikinci olgunlaşması “Neanderthal - insan” olarak ortaya çıkarken üçüncü ve son aşamasını “Homo Sapiens” yani bugünkü adıyla “akıllı insan - us insanı” olarak tamamladı.(6)

Bu teorinin bizim açımızdan hiçbir geçerliliğinin olmadığını belirtmemize gerek yok. Zira tevhit anlayışının ilk insan Hz. Âdem’den beri var olduğunu Kuran’dan öğreniyoruz. 

Ancak söz konusu evrimci teorinin yanlış olduğunu sadece biz söylemiyoruz. Bazı batılı araştırmacılar da, özellikle ilkel topluluklar üzerinde yaptıkları araştırmalarla ortaya koymuşlardır. Bu araştırmacıların başında 1868-1954 yılları arasında yaşamış olan Wilhelm Schmidt gelir.

Schmidt’in bu araştırması arkeolojik bir takım verileri de yedeğine alan materyalist-evrimci iddiaları ve yorumları ciddi bir şekilde sarsmıştır. Tek tanrıcılığın sonradan ortaya çıktığı şeklindeki yorumları boşa çıkarmıştır. 

Schmidt, dinin menşeini arama çalışmaları hem maddi kültür (sosyal yapı, coğrafi konumları, evlilik ve aile, kullanılan araçlar vb.) hem de dini öğelerini (yüce varlık inancı, onun sıfat ve özellikleri, dua, kurban ve seremoniler) içermektedir. 

İlkel topluluklar arasında diningelişme kaydetmediği ve hareketsiz kaldığı” yaklaşımından hareketle üç ilkel topluluk olarak seçtiği pigmeleri, Güney-Doğu Avustralyalıları ve Kuzey Amerikan yerlileri üzerinde araştırmalarını derinleştirmiştir. Bunların ilki olan pigmeler Yüce Varlık’ın gücünü tanıyarak, ona dua ederek, kurban sunarak ve dini ayinlerle kulluk görevini yapıyorlar. Pigmelere göre “Yüce Varlık, sadece ahlaken iyi değil aynı zamanda insanların ahlaklılığı için kanunlar koyandır. O, insanları her şeyi bilmesi ile gözetlemektedir ve insanların adaleti çiğnemesi halinde sadece bu dünyada değil aynı zamanda öbür dünyada da cezalandırmaktadır.

Asya ve Afrika pigmelerinde, Yüce Varlık, işlenmiş suça göre merhametlidir ve onları affedicidir.”(7) Buşmanlar ise Güney Afrika’da yaşamaktadırlar. Geçimlerini avcılık ve toplayıcılıktan sağlarlar. Tek eşlilik görülür. Zina yasağı vardır. Yüce Varlık inancı ve Tek Tanrı inancı egemendir.(8) Güney Amerika bölgesinde yaşayan Algonkinlerde de “Yüce Varlığa” inanma vardır. Ancak bunlarda “Büyük Ruh” olarak karşımıza çıkmaktadır.

Schmidth her üç ilkel topluluğun inancında ortaya çıkan ortak özellikleri şöyle sıralamıştır:

1- Bu Yüce Tanrı ebedidir. 

2- İlmi ezelidir.

3- İnayet sahibidir.

4- Ahlaki bir varlıktır. 

5- Mutlak kudret sahibidir.

6- Her şeyin yaratıcısıdır, yoktan yaratmıştır. 

7- Kanun koyucudur.

8- İyileri ödüllendirici ve kötüleri de cezalandırıcıdır.

Schmidth araştırma sırasında “Bu dini kimden öğrendin?” sorusuna “gelenek vasıtasıyla babalarından, o da onun babasından öğrendik” biçiminde cevaplar almıştır.(9)

Yukarıdaki özelliklerin tamamı bugün tek tanrı/ilah anlayışına dayanan İslam dininin yegâne kaynağı Kuran’da geçen Allah’ın vasıfları olarak karşımıza çıktığını belirtelim. 

Bütün bu bilgilerden hareketle şunu söyleyebiliriz:

Cafer Höyük kazılarında ortaya çıkan kadın ve erkek tanrısal figürler toplumun çok tanrılı bir din anlayışına sahip olduğu şeklindeki yorumlara açık olabilir. Ancak unutulmaması gerekir ki insanlık tarihi boyunca çok tanrıcılığın yanında mutlaka tek tanrıcılık inancı da her zaman var olmuştur. İlginç olan husus Malatya Cafer Höyük başta olmak üzere Anadolu’da kazı yapılan alanlarda şimdiye kadar tevhit inancını ifade edecek ve tek tanrıcılık şeklinde yorumlanacak objelere rastlanılmamış olmasıdır. Bu durum tarihin akışı içerisinde gerçekleşen ‘peygamberler ve tevhit’ gerçekliğine aykırıdır. 

Arkeologların ve tarihçilerin bu konuda ciddi bir kuşku altında olduklarını söyleyebiliriz. Zira arkeolojik verilerin materyalist evrimci yaklaşımların lehine, tevhit inancının ise aleyhine yorumlandığı şeklinde yaygın bir kanaat hâkimdir.

MALATYA DEĞİRMENTEPE EVRESİNDE DİN VE TAPINAK; 

Malatya bölgesinde Geç Neolitik dönemin en önemli merkezlerinden biri olarak görülen Değirmentepe evresinde köyler daha belirgin bir şekilde kente doğru evrilirken, tarımın yanında hayvancılığın da geliştiği, artık ürünlerin depolanmasının yanında ticaretin de başladığı görülmektedir. Bu dönemde konut tekniğinde, din ve sosyal yapıda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Evlerin yüksek kerpiç surlarla çevrilmesi savunma tekniğindeki gelişmeyi gösterirken, tapınağın giderek evden farklılaşarak ortak kullanım alanına dönüşmesi de dikkat çekicidir.(10)

Değirmentepe kazı alanı içerisinde tespit edilen iki ayrı mekânın konuttan farklılaşmış tapınak alanı olduğu yönünde yorumlar yapılmaktadır ki bu durum dönemin dini hayatı hakkında önemli ipuçları vermektedir. (11)

CAFERHÖYÜK VE DEĞİRMENTEPE EVRESİNDE TAPINAK/MABED YOKTUR.

Malatya bölgesinde öne çıkan Cafer höyük, Değirmentepe ve Aslan tepe olmak üzere kazı çalışması yapılan hiçbir arkeolojik alanda şu ana kadar herhangi bir tapınak/mabede rastlanmamıştır. Yapı kompleksi içerisinde ibadet yeriolarak ayrılan tapınak/mabet odaları hariç bağımsız bir yapı olarak tapınak/mabedin olmayışı nasıl izah edilmelidir.

Kur’an’ı Kerimdeki iki ayet bize ilk mabet konusunda ilginç bir bilgi vermektedir: Al-i İmran Suresi 96 ayette;

 “Doğrusu insanlar için kurulan ilk mabet (evvela beytin vudia) kesinlikle Mekke’de ki o çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet olan Kâbe’dir.” Derken Bakara suresi 127 ayette;

 “Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah’ın (Kâbe) temellerini(el-kavaide) yükseltiyor.(yerfeu) (Şöyle diyorlardı): Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; Şüphesiz sen işitensin, bilensin

İlk ayette Kâbe için “evvela beytin vudia”(kurulan ilk ev/mabet) ifadesinin kullanılmış olması tesadüf olamaz. Kur’an bu ifadeler ile tereddüte mahal vermeyecek bir kesinlik ifadesi kullanmıştır. 

İkinci ayette ise söz konusu Kâbe’nin “…İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah’ın temellerini(el-kavaide)yükseltiyordu.(yerfeu)…” ifadesini kullanmıştır. Kâbe’nin temelleri için kullanılan  “el-kavâide” ifadesinin “temel, oturma, yerleştirme, ihtiyar kadın”(12) Gibi anlamlara gelmektedir ki bu durum iki şekilde yorumlanabilir.  Birincisi Kâbe temelinin ilk defa İbrahim ve oğlu İsmail tarafından atıldığı, ikincisi ise “el kavaide” ifadesinin aynı zamanda “ihtiyar/yaşlı kadın”(Kâbe temelinin aslında eskiye dayandığı anlamında) Taberi’nin anlatımı doğrultusunda Kâbe’nin aslında Hz. Âdem’den önce temellerinin atıldığı (13), İbrahim ve İsmail’in bu temeller üzerine Kâbe’yi yükselttiği yönündedir. 

Fahrettin Razi ise tefsirinde; “…İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah’ın temellerini(el-kavaide)yükseltiyordu.(yerfeu)…”ayetini tefsir ederken farklı görüşleri bir araya getirmiştir. Razi;

“Bir kimse, "Belki de Beytullah bundan önce mevcut idi; ama sonra yıkıldı. Sonra Allahu Teâlâ Hz. İbrahim'e, beytin temellerini yükseltmesini emretti" diyebilir. Nitekim bu durum, birçok haberde bildirilmiştir.” Dedikten sonra;

“Bu öncelikten murad bu beytin Kâ'be'nin mübarek olup insanlar için bir hidayet vesilesi, rehber olması bakımından ilk beyt oluşudur. Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber'e, insanlar için kurulmuş ilk mescid sorulduğu zaman O, "Mescid-i Haram, sonra da Beytu'l-Makdis" demiştir O’nu ilk inşa eden İbrahim’dir… Bil ki ayetin, Kâbe’nin fazilet ve şeref bakımından ilk oluşuna delâlet etmesi, şüphe edilmeyecek bir husustur.”(14) Diyerek kendi görüşünü beyan eder. 

Buna göre, Ali İmran suresi 96 ayetinde “evvela beytin vudia”(kurulan ilk ev/mabet)ifadesinden hareketle yapı grubundan bağımsızlaşmış ilk mabedin Hz. İbrahim tarafından yapıldığı bilgisi en makul olanıdır.  Hz. İbrahim MÖ: 2.100- 1.740 yılları arasında yaşadığına göre (güçlü bir ihtimal olarak kabul edilir) “YAPI OLARAK” ilk mabedin 2.100 yıllarında yapıldığı söylenebilir. Bu bilgi doğru olarak kabul edildiğinde MÖ: 7.000 yıllarına tarihlendirilen Cafer höyükte mabede rastlanılmamış olması arkeologların “mabede rastlanmamıştır” bilgisi doğrulanmış olmaktadır. 

İLGİLİ KAYNAKLAR

1)Özlem Çevik, Arkeolojik Kanıtlar Işığında Tarihte İlk Kentler ve Kentleşme Süreci, Arkeoloji ve Sanat Y., İstanbul 2005, s.5 vd.; Jacques Cauvin, a.g. Kazı Raporu, s.65-66; Ayşe Yeşbek, T. diccaccoides ve T. diccoccon Türleri Arasındaki Genetik Çeşitliliğin Rapd-Pcr Tekniği İle Belirlenmesi, Hacettepe Üniv. Yüksek Lisans Tezi, 2007

2)Gülnur Sümer, Anadolu’da Neolitik Dönemde Tanrı ve Tanrıça, Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniv. Sos. Bil. Enst., İzmir 2007; Selma Tahberer, Adana Arkeoloji Müzesindeki Hellenistik ve Roma Dönemleri Terracotta Figürlerinin Yapım Tekniklerinin Araştırılması ve Uygulanması, Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniv. Sos. Bil. Enst., Adana 2006, s.10

3)Tarihten Günümüze Konut ve Yerleşme, Tarih Vakfı Y., s.385

4)Gülnur Sümer, a.g. Yüksek Lisans Tezi, s.25-26

5)R. İhsan Eliaçık, Kur’an’a Giriş, İnşa Yay., 2011, s.72-73

6)Hikmet Kıvılcımlı, Tarih Tezi, www.solplatform.org 

7)İbrahim Hakkı Kaynak, Wilhelm Schmidt’te Avcı-Toplayıcıların Tek Tanrıcılığı, http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos 

8)İbrahim Hakkı Kaynak, a.g. makalesi

9)İ. Hakkı Kaynak, a.g. makalesi

10)Tarihten Günümüze Konut ve Yerleşme, Tarih Vakfı Y., s.386-388

11)U. Esin - S. Harmankaya, a.g. Kurtarma Kazısı, s.95

12)Mehmet KANAR(Prof. Dr.), KANAR Arapça Türkçe Sözlük, s. 1428, Say Yayınları, 2009. İstanbul.

13)Âdem ile Havva uzun bir ayrılıktan sonra Mekke yakınlarında Arafat’ta buluştuktan sonra burada insanlık tarihinin ilk mabedi ve aynı zamanda ilk yapısı olan Kâbe’yi inşa ederler. Taberi’nin anlatımında; “Tanrı Adem’e Ey Âdem! Benim yeryüzünde bir evim var, sen benim bu evimi biliyor musun?” sorusuna bakılırsa Kâbe’nin Hz. Âdem’in yaratılışından önce var olduğunu göstermektedir. “Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbet) Mekke’deki “Kâbe” dir. Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, MEB, İstanbul 1991, Çev. Zakir Kadiri Uygan - Ahmet Temir, C. I, s.172)

14)Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 1/IV.(pdf.)

15- Konuyla ilgili daha geniş bilgi için Malatya Büyükşehir Belediyesi tarafından basılan “Malatya Geçmişten Günümüze ŞEHRİN SERÜVENİ” adlı eserimize bakılabilir.

KAPAK FOTO (ARŞİV): Karakaya Baraj Gölü suları altında kalan Cafer Höyük

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

Yorum yazın

İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
Yorum yazmalısınız

4 yorum yapılmış

  • Atilla Kantarcı (1 yıl önce)
    Eline emeğine sağlık sayın hocam. Güzel bir çalışma olmuş, teşekkürler…
    %84
    %16
    Yanıtla
  • Ahmet (1 yıl önce)
    Teşekkürler Orhan Hocaya Gönlüne,kalemine sağlık Bilgi sahibi olduk.. Devamını Dileriz.
    %67
    %33
    Yanıtla
  • Fevzi (1 yıl önce)
    Hocam ağzına sağlık,kalemine sağlık
    %50
    %50
    Yanıtla
  • Ramazan yakar (1 yıl önce)
    Eline sağlık hocam çok büyük emek sarf ederek hazırladığınız makaleyi Malatya ve tapınaklar hakkında bu kadar detaylı bilgi sahibi değildim .Teşekkür eder bu tür doyurucu yazıların devamını bekleriz.
    %50
    %50
    Yanıtla

Orhan Tuğrulca yazıları